“Hayatımda ne gibi yenilikler var?” diye kendime sorduğumda, önce hiçbir şey değişmedi sanmıştım. Oysa durup düşününce fark ettim ki, tekdüze sandığım günlerim bile kendi içinde küçük devrimler barındırıyor.
Bir evi tamamen değiştirmeden de, birkaç ufak dokunuşla insana iyi gelen bir alan yaratılabiliyormuş, bunu öğrendim. Mesela mutfak dolaplarının kulplarını değiştirdim. Eski masa örtülerini kavanoz kapaklarına sardırdım. Kimi zaman o örtüleri başka bir işte değerlendirdim. Kendime ait olmayan bu evde, kendimden bir şeyler bırakmak için yaptım tüm bunları. Yalnızca yaşamak için değil, iyi hissetmek için.
Bir başka değişim ise aynada başladı. Artık makyaj yapmayı sevmiyorum. Onun yerine cildime bakıyorum. Şefkatle.
Kendi kendime yüz maskeleri yapmayı düşünüyorum son günlerde. Belki de kendimi artık beğendiğim için…
Ama sonra soruyorum: Beğenmek gerçekten önemli mi?
Sevmenin yanında, sadece “beğenmek”?
Hayat öyle büyük, öyle değerli ki…
Bu soru bile zamanla küçücük bir detay gibi geliyor bana.
Dün bir kitaba başladım: Babalar ve Oğulları.
Zor okurum aslında, ama bugün kek yapıp bir fincan kahveyle o kitaba devam etmeyi planlıyorum.
Köklerimden ne kadar uzaklaşmak istesem de, bir yanım hep geri dönüyor. Ve galiba bu iyi geliyor bana.
İyileşmek bazen unutmakla olur derler. Ama ben, bazı anıların unutulmaması gerektiğine inanıyorum.
Geçmişimi içimde taşımak, beni zayıflatmak yerine besliyor gibi…
Peki, geçmişle bu kadar derinden bağ kuran birinin mesleği ne olabilir?
Psikolog muyum? — Hayır.
Koçluk? — Belki, bir gün denerim.
Ama yazar olmak…
Evet, bunu içtenlikle hissediyorum. Kelimelerle aramda özel bir bağ var.
Bunlar belki çevremdeki kimseyi tatmin etmiyor. Ama ben kendimi geliştirdiğimi, derinleştiğimi biliyorum.
Ve yakında başlayacağım bir başka değişim daha var: Spor.
Onu da büyük bir heyecanla bekliyorum.